Tan yeri ağarırken ihtiyar bir nine titrek sesiyle kıvrak bir yayla türküsü okumaya başlar:
Hey… hey…
Yüce dağ başında yanar bir ışık,
Işığı bekleyen yiğit bir aşık.
Buğday benizli zilfi dolaşık,
Göç giderken bir güzele rastladım.
Kocakarı sesini kesince bir delikanlı gür sesiyle obanın gürültülü nefesini durdurmak istiyormuş gibi seslenir:
Suya gider; kail olmaz anası,
Turunç olmuş döşündeki memesi.
Beşyüz altın değer zilfin denesi,
Göç giderken bir sunaya rasladım.
Katarın arkasındaki inatçı ve ürkek hayvanları güde güde gelen bir yaşlı ağa eski günlerini düşünerek ürperir ve durmadan okur:
Yedeğinde bir tülüce Beserek
Çeker gider, ökçesine basarak.
Kendi güzel ama, boyu kısarak,
Göç giderken bir güzele rasladım.
Katar başı güzel kız eliyle ağzını örterek kıs kıs gülerken tatlı sesli bir gelin, kafilenin içindeki gelinlerin de değerini göstermeye başlar:
Altın kirmenini almış eline,
Yüzünü çevirmiş yayla yoluna.
Tanrım güzelliği vermiş geline,
Göç giderken bir geline rasladım.
Dağların bahar kokuları artık delikanlıları sarhoş etmiştir. Bunlardan biri:
Obasının önü yüksek yazılı,
Açılmış gülleri morlı mavılı,
Önü boz erkeçli, ardı sürülü,
Göç giderken bir güzele rasladım.
Bir ihtiyar nine katarın şenliğini getirmek için:
Aşar aşar gider yaylanın barı,
Sehile dayanmaz dağların karı.
Güzel yiğitlerin nazlı olur yarı,
Göç giderken bir güzele rasladım.
Bunu dinleyen bir ihtiyar ağa da:
Yayla yollarında göç kater kater,
Ateşim yanmadan tütünüm tüter.
Yaylanın pınarı bal; bana yeter,
Arının yaptığı balı niderim.
Bu sırada nişanlı kızlardan biri utana utana okumaya başlar:
Varayım da urumun iline,
Nergis yollayayım yarin eline.
Ben kimi seveyim senin yerine?
İnce belli top zilifli gelin.
Kızın bu koşması yanık sesli bir delikanlıyı coşturur:
Çıkmadım yükseğine kar deyu,
Engininde ala gözlüm var deyu,
Açıvermiş ağ göğsünü sar deyu,
Nideyim de , akıl başta yar değil!
İkinci bir delikanlı nişanlısını kaybetmiş; sık ormanlar içinde ararken:
Yüce dağ başında yatmış uyumuş,
Ala gözlerini uyku bürümüş,
Ezelden ezele kader bu imiş,
Kısmetimden kaçan güzel nerede?
Kız nişanlısının sesine bir çam ağacının koyu gölgesinden şu cevabı verir:
İndim enginlere atın bağladım,
Çıktım yücelere seyran eyledim,
Saklandım yarımdan gönül eğledim,
Gönlümün uçkunu yerlere geldim.
Nişanlısını arayan delikanlı tekrar başlar:
İndim derelere taş bulamadım,
Sana yüzük yaptım kaş bulamadım.
Gönlüme münasip eş bulamadım,
Öldüm güzel, öldüm senin elinden.
Şimdi; oba göçünün başında yürüyen omuzu çifteli bir yiğit başlıyor:
Bir ateşçik yanar dostun bağında,
Ah-ü zarım kaldı göğsün bağında.
yayladan yukarı Yüğlük dağında,
Göç giderken bir güzele rasladım.
Dağların arkasında bir ardıç ağacının altında evvelce göçmüş yabancı bir obanın yiğit bir delikanlısı geriden gelecek olan nişanlısını beklerken geçen katarın güzel “katarbaşı”sına söz atar:
Yaktı beni şu güzelin bakışı,
Ala göz üstüne kakül döküşü.
Sana derim; Ağtepenin yokuşu,
Benim yarim göççekti de, geçti mi?
Kimsesiz delikanlı yürüyen obadan cevap alamayınca bir taş atayım der:
Mürde Karacaoğlan, mürde,
Yar uğrattı beni derde.
Gözeli çok olan yerde,
Susuz kaldım sulanırım.
Bütün gün giden katar akşamüzeri konak yerini bulur, oba ağasının buyruğuyla yükler çözülür, çadırlar çatılır, ocaklar yanar, davar sağılır, oğlaklar yayılır, gün kavuşur, ay zülüflerini ışıldatır.
Obanın ihtiyar ağası kahvesini içer, çocuklar mehtabın altında çimenlerin üstünde keklik gibi seker, gelinler, kızlar pınardan tuluklarla soğuk su getirir, yaşlı kadınlar yufka açar, koca karılar emir verir, ihtiyarlar lülelerinden kıvrım kıvrım çıkan dumanlar arasında türküler okur:
Hey yaylam hey…
Yüce dağ başında bölük kar idim,
Esti sabah yeli, bugün eridim.
Ezel muhabbetli yari ben idim,
Şimdi gerilerde bakan ben oldum.
İşte yaylaya göçme adetleri bu kadar canlı ve bu kadar heyecanlıdır.
Göç dönüşü çok parlak olmaz. Gidişte sarı ve solgun olan çehreler dönüşte al al olur. Tekler çiftleşir. Çocukların ve davarların çoğaldığı görülür.
Dönüşte her şey büyümüş ve çoğalmış, aşirette güç kuvvet artmıştır.
Göç dönüşünde ayaklar inişlere doğru istemeye istemeye yürür. Güz yellerinin sert sesleri kulakları çınlatır, rüzgar oymakları çimdikler, gelin ve kızların yanaklarını pembeleştirir.
Her obalının gözü arkada yaylasında kalır; orada geçen hatıralar işte bu kadar canlı olur.
(Bu yazı Ali Rıza Yalman (Yalgın) tarafından derlenmiş “Cenup’ta Türkmen Oymakları I” adlı kitabından alınmıştır. Kitap Kültür bakanlığı tarafından 1993 yılında Ankara’da yayına sunulmuştur.)