Oyun böyyük yiğenim (!)

“Korudağlar”

Yaşadığın coğrafyayı renklerle anlat deseler, herhalde bunun için 3 renk kullanırdım.

Korudağ’ın yeşili, Saros’un mavisi ve Ayçiçek ile buğdayın sarısı.

Korudağlar her ne kadar yüksek dağlar sınıfına girmese de genelde ovalık olan coğrafyamızın mütevazi yükseltisi olduğundan kendine “Dağ” sıfatı bir şekilde uygun görülmüş ve üzerine de yakışmıştır.

Biz yapısındaki kuraklık ve bölgesel şive nedeniyle bunu “Kuru Dağlar” olarak telaffuz ediyoruz çoğunlukla.

İşte bu dağlar, yıllar boyu bizim doğa yürüyüşlerimize, kamplarımıza, bisiklet turlarımıza mekân teşkil ediyor. 350 metre yüksekliğinde dağ mı olur diyenler, düz ovanın Alpleri, Torosları gibidir Korudağlar.

Ormanı, temiz havayı, çamı, çınarı, pırnalı, çatağı, batağı hep buralarda tanıdık.

Korudağlar yardıma koştu kentin betonundan, bunaltısından sıkıntıya düştüğümüzde.

Bilenler, yaşayanlar canlı şahittir; Pazar günü ormana gidip eve geldiğinizde tatlı bir yorgunluk ve keyif hali kaplar bedeninizi, temiz hava bol oksijen sizi çarpmış; mayhoş bir şekilde yatağa uzatıvermiştir.

Ormana gitmeyi “Dağa gitmek” olarak ifade ederiz günlük konuşmalarda. Kültürel kodlarımızda hep bir dağa gitmek vardır.

Bu yörede yaşayıp, bu yörede büyümüş olanların hepsinin Korudağlar ile sıcak anıları hala taptazedir.

Kimi zaman derde derman olmuş, kimi zaman sıkıntılar ormanın sessizliğine karışmış, kimi zaman coşkulara tanıklık etmiştir.

Bölgenin geçmiş yıllardan günümüze aktarılmış geleneksel Bahar Şenliklerinden olan “Dallık Günü” yıllar boyu Zati Bey’in Korusunda yapılırken; yer, kalabalıktan dolayı küçük gelmeye başladığında Korudağlara taşınmış ve uzun süre orada kutlanmış son yıllarda da yangın tehlikesi yüzünden Kılıçköy Korusuna alınmıştır.

Her ne kadar eski coşkusu kalmasa da geçmiş yılların “Kısmet Büyüsü” değil midir Dallık ve Panayır günleri?

Tıpkı Saros Körfezi gibi Korudağlar da bu bölgenin yaşanmış anılarına eşlik eden yerlerdir.

İlk çocukluk yıllarımda büyüklerimizle birlikte “dağa gittiğimizde” o büyük derin balkan, hepimizi ürkütürdü. Baktığımızda her yer koyu yeşil, her yer sık ağaçlarla kaplıydı.

Ne yol vardı doğru düzgün ne de dört bir yanı sarıp sarmalamış tarlalar ne de kanserli hücreler gibi çoğalan taş ocakları.

Ve şimdi Korudağlarda dolaştığımızda neredeyse ağaçlar tek tek sayılıp isimlendirilecek seviyede.

Kah kesimler, kah tarla açmalar, kah taşocakları, kah yangınlar ile o yeşillik yerini bambaşka bir çoraklığa terk ediyor. Susuz kalmış, kurumuş bir cilt gibi her geçen gün eriyip canlılığını yitiriyor.

Nefesimizi, ciğerimizi, havamızı; taş ocaklarına, endüstriyel üretimlere, kesimlere, dağ evi kooperatiflerine terk ettik.

Korudağın yeşili gitti gidiyor, Saros’un mavisi çok yakında sizlere ömür, Ayçiçek ve buğday sarısı ise tarımsal ilaçlar ve kirli çeltik suları ile bereketli toprakları tuzlanma ve çoraklığa mahkûm edecek.

Bir inci gerdan gibi coğrafyamızı süsleyip ona ve dolayısıyla bize hayat katan ne ormanımız ne denizimiz ne de toprağımız kalacak, bu değerli hazinelerimizi, uzun vadede cep telefonu, araba ve beton ile değiştirmiş olacağız son kertede.

Hani kahvede oralet içtiğinde gözünüz önüne o “Büyük Resim” geliyor ya da getiriliyor ya bakmayın siz ona, asıl görülmesi gereken büyük resim bu.

Gün sonunda aldığımız “Z Raporu” bize şunu gösteriyor:

“Ormanı, denizi, toprağı, suyu ve anılarımızı verip, cep telefonu, araba ve lüks evler aldık”

Bu büyük resmin içinde elbette “Dış Minnaklar” da var ama olayın bize düşen tarafını da görmezden gelemeyiz.

Hep kısa yoldan bir üst lige çıkayım, bugünü kurtarayım, geleceğe kim öle kim kala diyerek ve tıpkı bir mirasyedi gibi bize ait olan değerlerimizi har vurup harman savurarak geldik bugünlere.

Elimizde doğal kaynak ve geçmiş kalmadığı gibi, geleceğe de sürdürülebilir ve bize ait bir olgu neredeyse bırakmadık.

Ve hala akıllanmayıp savrulmaya devam ediyor, savurmak için yapılanlara yardım ve yataklık etmeye çalışıyoruz.

İşte Korudağlar, işte Saros Körfezi, işte bereketli topraklar.

Torunların geleceğinden ödünç alarak günü kurtarmaya; çarkı da sözde (!) döndürmeye çalışıyoruz.

Gün gelir de “Dış Minnaklar” parayı beğenmeyip tohum vermezlerse artık birbirimize bakar oraletimizi yudumlar, “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” şiirini okuruz.

Barajlar kuruyor, yeraltı suları çoktan kaçtı gitti, köylerde genç nüfus kalmadı, ormanlar endüstriyel kesim altında, deniz de yakında İzmit Körfezi gibi dev tankerlere yol olursa artık birbirimize telefon satar, araba takas ederiz.

Peki bu arada ekonomi ne durumda? diyenler için, bunu ölçmenin çok basit bir yolu var, uzağa gitmenize gerek yok, son yıllarda piyasada en çok açılan işyeri türüne bir bakın ve bunun katma değerinin ne kadar ülkemize ait olduğunu kendiniz hesaplayın.

En çok hareket “Cep Telefonu/İletişim” sektöründe. Çağımız iletişim çağı ya, o yüzden bu teknolojiler ile çağı yakalıyoruz (!)

“Oyyun Büyük Yiğenim” çek oradan bir oralet de büyük resmi görelim (!)

(Albümdeki fotoğraflar Korudağların değişik noktalarında ve değişik zamanlarda çekilmiş olan karelerden oluşmaktadır)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir