DEMAVEND
(SOLUYAN DAĞ)
Keşan Doğa Çevre ve Kültür Derneği (DOÇEK) Doğa Sporları Ekibi olarak 1998 yılının Temmuz ayının 17’sinde başladı yolculuğumuz; günlerce plan yapmış ve Demavend hakkında bilgi toplamıştık. Aylardır da sürekli spor yaparak kondisyon sağlamaya çalışıyorduk. 4 kişi (Hakan, Mesut, Ünal ve Erdem) İran’a gidişin en ekonomik ve maceralı yolunun otobüs olduğuna karar verdik.
Trafik dışında otobüs ile bir sorunumuz olmadı ama İranlı şoförlerin özellikle İran’da adeta birer “trafik canavarı” olduklarını gördük, en az üç kez birbirimize bakarak, “bu yol bu kadarmış hakkınızı helal edin” dediğimiz oldu. Şu an yazarken bile içim titriyor. Bunun dışında her şey çok iyiydi.
Tahran Azadi otogarına vardığımızda bize Demavend’in güney yüzünden çıkmak için gidilecek yerin Ab-ı Aks olduğu söylendi, Ab-ı Aks otobüsleri ise bir başka otogar olan Pars otogarından kalkıyorlarmış. 45 dakikalık bir taksi yolculuğundan sonra Pars otogarına vardık. Küçük bir bakkaldan alışveriş yaparken bize ülkemizde daha önce yaşamış birisi olduğunu söyledi bakkal ve işyerini gösterdi. Hediyelik eşyalar ve züccaciye türü şeyler satan yaşlı bir amcanın dükkanına gittik. İstanbul’da yaşamış ve İstanbul’un İstanbul olduğu zamanları çok iyi bilen tonton bir amcayla karşılaşmıştık. Münir Nurettin, Zeki Müren hepsi ile tanışırım Zeki Müren ile dostluğumuz çok iyiydi dedi ve bize -sağa sola dikkatle bakarak- dolabından çıkardığı eski resimleri gösterdi. Hayret ettik. Sohbeti ilerlettik, babamın zoru ile geldim buraya, yoksa Türkiye’de işim ve hayatım çok iyiydi, yaptık bir hata işte diyerek derin derin bir iç çekti. O günleri özlemle aradığını, yaşamın burada zor olduğunu falan söyledi. Demavend’e gideceğimizi belirttik. Durun bir dakika benim dağcı bir arkadaşım var diyerek hemen telefona sarıldı ve onun gibi tonton bir amca elinde bir fotoğraf kataloğu, Demavend’te çekilmiş fotoğraflarla işyerine geliverdi. Bize çok yardımcı oldular, yurtdışına telefon etmek için bir saat postane aradık… kendilerine tekrar teşekkür ediyoruz…
Ab-ı Aks’ta indik ve önce Reyni’ye oradan da eski model bir Land Rover’la Gusvensera dağ evine çıktık. Çıkmadan önce de bize rehberlik yapacak Meshud isminde federasyondan bir dağcı ile anlaştık.
Gusvensera Dağ Evi’nde zirve denemesi yapacak İspanyol bir grup vardı. Rehberleri ise Azeri olan İkbal isminde oldukça deneyimli ve bir o kadar da yardımsever bir dağcıydı. Aladağlara geldiklerini ve ayrıca buradaki ekspedisyonda ülkemiz federasyonu ile birlikte çalıştıklarını söyledi.
4200 metrede bulunan Shelter’a varmıştık. Aklimatizasyon için orada da bir süre konakladık. Hafif bir baş ağrısı dışında çok fazla sorun çıkmadı.
Sabah saat 07.00’de zirve yolculuğumuz hafif baş ağrısı ve yüksek moralle başladı. İkbal bize hele bir 5000’e çıkalım orada tekrar karar veririz gerekirse ertesi gün bir kez daha deneriz diyerek rehberliği ele aldı. Meshut onun yanında çömez kalıyordu. İkbal güvenilir ve oldukça deneyimli biriydi.
5000 metreye vardığımızda devam etmeye karar verdik. Oldukça yavaş olan hareketlerimizi kükürt gazını gördükten sonra bir miktar daha hızlandırdık. Oksijen hissedilir ölçüde azalmıştı. Kükürt’e yakalanmamak için hızlandık, bu daha fazla efor ve yorgunluk anlamına geliyordu. Zirveye yarım saatlik bir yolumuz kaldığını söyledi rehber ve son bir hamle ile kükürdün ciğer yakan dumanı arasından sıyrılıverdik…
Artık zirvedeydik…
İnişimiz yaklaşık 3 saat sürdü, yeniden Shelter’ın soğuk beton zeminine varmıştık. İkbal’e yardımları için bir kez daha teşekkür ettik. İkbal ile aramda geçen ilginç bir anekdotu aktarmak istiyorum. İkbal’in ağzından sürekli düşmeyen bir sözcük vardı, dikkatimi çekti, hep “bâli, bâli” deyip duruyordu. “Bâli” evet anlamına geliyor. Bir ara sordum İkbal’e “Yahu İkbal sen hep bâli” diyorsun niye? “Hakan” dedi; “Bâli dediğimiz için buradayız ve dağdayken bâli demek gerek” Ona zirvede gözyaşlarımı tutamadığımı söylediğimde ise; “Ben de zirveye her çıkışımda ağlarım, buraya bile kaç kez çıktıysam hep ağladım” dedi… ilginç bir adamdı İkbal…
Tahran’a geldiğimizde Liberty Otelde konakladık, ertesi gün uzunca bir Tahran turundan sonra yine şirin ülkemin yollarına otobüs koltukları üzerinde düştük.
Doğubeyazıt kapısından Türkiye’ye girdiğimizde ise hiç konuşmadan yaptığımız ilk iş sanki önceden kararlaştırmış gibi gidip Atatürk heykeli önünde fotoğraf çekilmek ve ona içten saygılarımızı sunmak oldu, Atatürk’ün tarihte ne yapmış olduğunu gerçek anlamıyla İran’da gördük, anladık, algıladık…