Ağacı kestin ya hani!
Türlü nedenler öne sürüp bir de.
Satmak, yakmak, tarla açmak, sözde üretimi arttırmak, günü, günceli kurtarmak için.
Ne oldu? Kısa sürede etkisini gördün, görmeye başladın değil mi?
Daha da görmedin aslında, göreceksin ve ne yazık ki sadece sen değil hepimiz göreceğiz.
Susuz kalacağız, kuraklık gelip kapımıza dayanacak.
Sudan, bereketten yoksun varakların gölgesine sığınacaksın belki.
Artık o parlak varaklar seni nasıl kurtaracak bilinmez.
Burada olur musun?
Kimbilir!
Biz doğup büyüdüğümüz bu topraklarda yani buralarda olacağız.
Biliyor musun bilmem?!
Bilsen yapar mıydın?
Geleceği düşünmediğin için eminim ki yapardın yine.
Fakat bilmelisin ki bugün petrol ne ise, yakın gelecekte su aynı önemde ve değerde olacak.
Sen önünü göremez, günü kurtarmak adına kendi doğal kaynaklarını yağmalarken “Dış Minnaklar” çoktan sana biçilen geleceğin planını programını yapmıştır bile.
Tarih bilincin eksik, gelecek vizyonun sadece günü kurtarmak ve bireysel olduğundan bunları görebilmen oldukça zor o yüzden “Benden sonra Tufan” deyip kentleri betona boğduğun yetmezmiş gibi daldırıyorsun kaşığını hoyratça dereye, suya, meraya, ormana, denize.
Geleceği gelecek kuşakların refahında değil öte dünyaların hayalinde aradığından ne günü ne de geleceği okuyamıyor, talan ediyorsun ve bundan zerre pişmanlık da duymuyorsun.
Halbuki denizin masmavi, ormanın yemyeşil, suyun gürül gürül.
Şu bereketli topraklara bir bak, içinden geçen Şah Damarı: Ergene; nehir değil, adeta bir zehir.
Istrancalar kanserli hücre gibi, her yeri kemirilmiş, sözde Trakya ve istanbul’un su kaynağı, yer altı suları 400 metreye inmiş. Suya değil zehir, bir çöp düşse sakınıp alman gerekecek kadar hassas bir coğrafya.
Tüm bunları görmüyor olamazsın! Görmüyorsan büyük sorun, eğer görüyor isen bundan daha da büyük bir sorun var ortada.
Köylerde insan kalmadı, hayvancılık ithal Anguslara dayanmış, ne keçi ne koyun, ne et ne süt bereketli, keçine bakacak çoban bile yok, neredeyse hepsi Tacik, Özbek, Afganlı.
Senin yaptığın ne? Ağacını kesip, maden ocağı açmak, nehirlerini kirletmek, ortasına Sanayi Bölgesi yapmak, bereketli tarlalarını talan etmek, meralarını yok etmek; yetmemiş gibi, Termik ve Nükleer Santraller ile tüy dikmeye çalışmak, denizin kıyı başına konut, içine petrol iskelesi yapmak.
Trakyanın tepesi sayılan kuzeydeki Istrancalarda su biterse kupkuru ve geçirgen bir toprak yapısına sahip güneyde su mu olur, su mu kalır?
Çeşmelerin çoktan kurumuş, derelerin tarumar olmuş, barajlarının dibi gözükmüş; tertemiz suyun bakkalda damacanaya girmişse senin hayatın da cendereye girmiş, giriyor, girecek demektir.
Biz elbette ki tasarruf edeceğiz, elbette ki suyu idareli kullanacağız ama bütün yükü de bizim suyu kullanmamıza bağlayıp kendini bu süreçten zeytinyağı gibi sıyırma.
Biz bir bardak suyu idareli kullanacağız diye çırpınırken sen koca bir nehrin göz göre göre zehir akmasına izin vermeyeceksin, tarım topraklarını sanayiye kurban etmeyeceksin;
Yağmuru yağdıran ağaçları kesip, coğrafyanın niteliğini değiştirmeyecek, masmavi suları kime ve neye hizmet ettiği belirsiz bir petrol iskelesine çevirmeyeceksin.
Bu dengeleri, toprağın ve suyun değerini, doğal kaynakların sadece bugüne değil, geleceğe de ait olduğunu, bunun bir plan, program ve vizyon gerektirdiğini anlatmak çok zor,
Kısaca şöyle diyelim belki anlarsın!
Yaptığın hoyratlıklar ve doğaya verdiğin tahribat bizleri susuz bırakacak, bugünü kurtarmak adına geleceği karartıyorsun, hoş, kurtardığın bugün de değil, sadece kendini kurtardığını sanıyorsun,
bu topraklar öyle topraklardır ki, bir gün kendine yapılan bütün ihanetleri biriktirip geri kusar.
Boş bir hayalin peşinde koşarak bundan kaçabileceğini mi sanıyorsun?!!!
Sanıyorsan bil ki yanılıyorsun…